Türkiye'de Vakıflar Müessesesi
Mücahit Ünal
Paylaşım Tarihi: 16 Mayıs 2024
Kökenleri Selçuklu ve Osmanlı İmparatorluğu'na dayanan vakıflar, Türk tarihinde önemli bir yere sahip olmakla birlikte günümüzde de etkin bir şekilde varlığını devam ettirmektedir. Türkiye gerçekten de vakıfların yoğun bir şekilde faaliyet gösterdiği ve toplum üzerinde etkili olan ülkelerden birisidir.
Arapça bir sözcük olan "vakf", "durdurma, hareketsiz bırakma" manalarının yanı sıra "tamamen verme, büsbütün verme" anlamında da kullanılmaktadır. Elbette burada kullanılan anlamı; kişinin sahibi olduğu malları bir amaç için ihtiyaç sahiplerine vermesidir. Kişinin sahip olduğu malı bir başkasına vermesi davranışının ardında insanlığa karşı ferdi sorumluluk hissi, vicdani hizmet duygusu, şefkat, yardımlaşma, dayanışma ve sair dini ve kültürel değerler yatmaktadır. Bu değerler ise kaynağını İslam dininden almaktadır. Zira kendinden olanı vermek ve zorda kalan yardım etmek, İslami anlayışa göre makbul olan bir davranış olmasının yanı sıra bu görevler maddi imkanları olan insanlar için bir nevi yükümlülüktür. Aynı şekilde "yardımlaşma" davranışı, Türklerin İslamiyet öncesindeki geleneklerinde de görülen sosyal bir davranış biçimi olarak karşımıza çıkmaktadır. Tüm bu manevi, dini ve sosyal bilinç neticesinde vakıf müessesesi, nüfusunun önemli bir kısmı Müslüman olan Türkiye'de, toplum ve devlet tarafından kabul edilmiş ve yaygınlaşmıştır. Vakıf müessesesinin devlet tarafından kabul edilmesinde, toplumda sosyal adaletin sağlanması hususu da etkili olmuştur. Nitekim vakıf müessesesi sayesinde zengin ve fakir arasında kurulan insani ve yardımlaşma ilişkisi, sosyal adaletin sağlanmasına hizmet etmektedir.
Türkiye'de vakıfların türleri biraz komplike bir yapıdadır. Birçok açıdan farklı tasniflere tabii tutulan vakıflar en temel ayrımı ile "yeni vakıf" ve "eski vakıf" olmak üzere tasnif edilmiştir. Türk Medeni Kanunu'na uygun olarak kurulmuş vakıf tüzelkişisi "yeni vakıf" olarak adlandırılmıştır. Bunun dışında kalanlar vakıflar ise "mülkah", "cemaat" ve "esnaf" vakıfları olmak üzere çeşitli sınıflara ayrılmaktadır. Yeni vakıflar dışında kalan vakıfların sayısı ve etkisi oldukça az olmakla birlikte Cumhuriyet öncesi dönemde Hristiyan ve Yahudi Türk vatandaşlarının oluşturduğu hayır kurumları önemli bir yere sahiptir. Bu hayır kurumları "cemaat vakıfları" olarak nitelendirilmektedir ve 2023 yılı verilere göre Türkiye'de halen aktif olan 167 adet cemaat vakfı bulunmaktadır. Yine 2023 yılı verilerine göre Türkiye'de 248 adet mülhak vakıf ve sadece 1 adet esnaf vakfı bulunmaktadır. Buna karşın yeni vakıf sayısı ise 5848 adettir. Vakıfların bu karmaşık yapısını daha iyi analiz edebilmek için geçmişten günümüze vakıf müessesesine bir bakış atmak yerinde olacaktır.
Osmanlı döneminde vakıflar toplumsal refahı artırmak, eğitimi teşvik etmek, sağlık hizmetlerini desteklemek ve dini görevleri yerine getirmek gibi toplumun ihtiyaçlarına cevap veren çeşitli amaçlar için yerel halk veya zengin bireyler tarafından kurulmuştur. Osmanlı İmparatorluğu'nun sona ermesiyle birlikte vakıf sistemi büyük bir değişime uğramış ve yönetimleri devlet kontrolü altına alınmıştır. Bu nedenle Cumhuriyet'in ilk dönemlerinde vakıflar, toplum üzerindeki etkisini önemli ölçüde kaybetmiştir. İslami bir gelenek ve anlayışa dayanan vakıf kurumu, 1926 yılında İsviçre'den alınan Medeni Kanun ile birlikte artık Batı anlayışı ile Türkiye'de kabul edilmeye başlanmıştır. Medeni Kanun hükümlerinin, yeni kurulacak vakıflara uygulanmasına karar verilmiş ve yeni kurulan bu vakıflar için "vakıf" yerine "tesis" terimi kullanılmaya başlanmıştır. Medeni Kanun öncesinde kurulan vakıflar ise "vakıf" ismini korumaya devam etmişlerdir. Bu vakıfların da bir kısmı Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün temsil ettiği tek bir tüzel kişilik içinde ermiştir. Bu tüzel kişilik içinde erimeyen vakıflar da bir nevi idari vesayet altına alınmıştır. 1936 yılında 2762 sayılı Vakıflar Kanunu'nun yürürlüğe girmesi ile Türkiye Cumhuriyeti'nde "eski vakıflar" ve "yeni vakıflar "olmak üzere vakıflar ikiye ayrılmıştır. Zamanla vakıflar üzerindeki idari vesayet olarak nitelendirilen kurullar yumuşatılmış ve 1967 yılında 903 sayılı Vakıflar Kanunu'nun kabulü ile "tesis" yerine "vakıf" terimi tüm vakıflar için yeniden kullanılmaya başlanmıştır.
1970li yıllarda aile vakıfları önem kazanmış ve Sabancı, Koç, Eczacıbaşı gibi ülkenin en büyük sermaye grupları bu dönemde vakıflarını kurmuşlardır. 1980'lerden itibaren ekonomik ve siyasi değişimlerle birlikte vakıflar yeniden canlanmaya başlamış ve özellikle 2000'li yılların başından itibaren vakıflar etkinliklerini arttırmışlardır. Vakıfların etkisinin artmasında ise ülkedeki ekonomik büyüme, liberalleşme politikaları ve sivil toplumun güçlenmesi etkili olmuştur. Özellikle 1999 yılında yaşanan Marmara depreminde, kamu kurumlarının etkisiz kalması ve STK'ların uzun bir süre o bölgede kalarak halkın ihtiyaçlarına cevap vermesi, vakıflara yeniden güven ve itibar kazandırmakta önemli rol oynamıştır. Bununla birlikte Avrupa Birliği'ne uyum sürecinde kâr amacı gütmeyen kuruluşlar, hak ve özgürlükler konusunda etkili bir şekilde rol oynamaya başlamışlardır. Bu durum da vakıfların halk tarafından kabulünde etkili olmuştur. Bunun yanı sıra toplumsal sorumluluk çalışmaları, şirketler arasında da bir trend haline gelmiş ve önemli sermaye sahibi şirketler, bu alanlarda hizmet vermek üzere vakıflar kurmuşlardır. Söz konusu bu vakıfların faaliyetleri, şirketlerin yardımseverliğini göstermekten ziyade şirketler açısından bir prestij meselesi haline de gelmiştir. Önceki dönemlerde yoksullara yardımın öne çıktığı vakıf projelerinde artık teknolojiye de uyum sağlanarak yenilenebilir enerji, sürdürülebilirlik, bilim insanlarına yatırım sağlanması gibi amaçlar yerini almıştır.
Önemli bir malvarlığını yürüten vakıfların yönetimi ve denetimi belirli kurallara tabiidir. Her ne kadar son derece insani amaçlarla kurulmuş olsalar da paranın idaresi hassas bir konu olduğundan vakıflar da devlet tarafından yapılan ciddi bir denetime tabidirler. Söz konusu bu denetim Vakıflar Genel Müdürlüğünce yapılmaktadır. Bu denetimde esas itibari ile vakfın, vakıf senedinde yazılı amaç doğrultusunda faaliyette bulunup bulunmadığı, vakıf mallarının vakıf senedindeki şartlara uygun olarak kullanılıp kullanılmadığı ve yürürlükteki mevzuata uygun kullanılıp kullanılmadıkları denetlenmektedir. Elbette bu denetimlerin ana amacı; vakfın kuruluş amacına uygun olarak çalışması ve bu amaca özgülenen ekonomik değerlerin idaresinin vakıf senedi ve mevzuata uygunluğunun sağlanmasıdır. Ancak böyle bir düzende toplumun, vakıf müessesesi ile arzulanan faydaya erişim sağlaması mümkün olmaktadır.
Eğitimden spora, sağlıktan imar alanlarına kadar birçok farklı alanda faaliyet gösteren vakıfların, Türkiye'nin sosyal açıdan kalkınmasında önemli bir katkısı bulunmaktadır. Bu nedenle bir vakfın varlığını amacına uygun bir şekilde sürdürmesi önem arz etmektedir. Ancak vakıfların sürdürülebilirliği, zamanın ruhunu yakalamasına ve toplumun değişen dinamik yapısına uyumu sağlamasına bağlıdır. Bu kapsamda gelecekteki vakıflar, toplumun zamanla değişen ihtiyaçlarına duyarlı ve çeşitli alanlarda yenilikçi projelere odaklanmış bir şekilde şekillenecektir.